25 Kasım 2012 Pazar

Parlemento Building / Budapest


Charles Bridge / Prag


Charles Bridge / Prag

Orta Avrupa ( Viyana - Prag - Budapeşte )

Orta AVRUPA ( Viyana - Prag - Budapeşte )
İlk öncelikle bu Orta Avrupa seyahatinin bu kadar zorlu geçecegini hiç düşünmemiştim. Soğuk olacağını biliyordum, daha önceden hava durumu bilgilerini de almıştım ama gerekli önlemlerimi almama rağmen bu kadar çok soğuğun beni etkileyeceği aklıma gelmemişti.
27.10.2012 tarihinde başladığımız gezi programında ilk durağımız Viyana ( Avusturya ) idi ve Viyana bizi buz gibi havasıyla karşılamıştı. Gece geç saatlerde Viyana’ da olmamız sebebiyle şehri gezmeden hemen odamıza dinlenmeye çekildik, çünki anlaşılan yarın zor, soğuk ve yoğun bir Viyana şehir turu bizi bekliyordu.
Sabah kahvaltısından sonra şehir turumuza başladık ama Pazar günü olmasından dolayı Viyana sokakları bomboştu ve aynı güneşin olmadığı gibi kimseler yoktu ortalıkta.. Soğuk ise gezimizi ve yapacağımız işleri kısıtlıyordu bir bakıma.. İlk olarak Gotik bir bina ve sanat eseri olan Hundertwasser Sanat evine gittik. Bu ilginç yapı gerçekten görülmesi gereken çok güzel bir sanat yapıtıydı ve istediğim kadar fotograf çekebildim burada. Hemen karşısında bulunan alışveriş ve birşeyler yeme içme imkanı sunan ufak ama şirin pasajda ısınma ve enerjimizi toplama imkanı bulabildik. Hundertwasser Sanat Evi hafızamda çok güzel bir sanat harikası olarak daima kalacak bir yerdi. Ardından uğrak noktamız Belvedere Sarayı idi ki; burası Viyana ya hakim bir noktada, şehrin en güzel yerlerinden biriydi. Tabii bu sarayın yapılış hikayesi Osmanlı nın avrupadan çekilmesine dayandığı için benim için çok ta özel bir yer olmadı. Buradaki gezimizin ardından artık vaktimizi Oldtown denilen ve Dom Kilisesinin de bulundugu bölgeyi gezmekle yani Viyananın kalbinde geçirecektik. Zaten o kadar çok soğuktu ki hava, nereden başlayacağım konusunda sağlıklı kararı bir türlü veremiyordum ve şehrin tadına varamadım diyebilirim. Aslında Viyana asalet kokan, tarihi kimliği ile de ön plana çıkan, bir zamanlar Osmanlının önlerine kadar geldiği, ihtişamlı binaları ile Orta Avrupanın gerçekten kalbiydi. İlk önce bi yemek yemekle başlamam gerekiyordu ardından Dom kilisesini gezdik. Daha sonra ise bu ihtişamlı binaların arasında dolaşmaya başladık ve az da şehri tanımaya havasını yakalmaya çalışıyordum. Hava kararmaya başladığında artık otele dönme zamanı gelmişti. Akşam hava neredeyse -3 derecelerdeydi ve sıcak bir cafede birşeyler içmeden Viyanadan da ayrılmak istemedim ve akşam güzel bi Cafe Bistro tarzı bir yerde kahvelerimizi içtik. Ama sürpriz, Cafeden çıktıktan sonra yağan kardı ve heryer bembeyaz olmuştu. Kar yeniden bize Viyana ya hoşgeldiniz ya da güle güle diyordu.
29.10.2012 sabahı Ülkemizde Cumhuriyetimizin kuruluş gününün kutlandıgı gün ve biz Viyana’ dan Prag’ a yani Avusturya topraklarından Çek Cumhuriyeti topraklarına yola çıkıyoruz yaklaşık yolumuz 270 km ve hava biraz daha yumuşadı. Yolumuz molalarla birlikte yaklaşık 4 saat sürüyor ve öğleden sonra Prag’ a geliyoruz. İlk önce Prag kalesini geziyoruz ve halen başkanlık merkezi olarak kullanılan bu Prag’ a hakim tepeden panoramik bir fotograf çekimi de yapıyorum daha sonra yürüyerek aşağıya Oldtown’ un olduğu bölgeye yürüyoruz ama hava gittikçe kararıyor artık. Günbatımına doğru Charles Köprüsü üzerindeyiz ve harika bir Prag manzarası var. Prag gercekten rüya şehir gibi sanki masalları andıran bir görüntüsü var. Tarihi dokusu hiç bozulmadığı gibi çok ta başarılı korunmuş ve baktığınız her noktadan tat alıyorsunuz. Evleri ve çatıları çok orijinal ve farklı bir görüntü içeriyor. Oldtown un meydanında meşhur tarihi saat kulesi ise en çok ziyaret edilen yerlerden bir tanesi. Akşam saatlerinde herkes orada toplanıyor ama ben gece fotografı için Charles Köprüsünü hedef aldım ve orada gece çekimlerimi yaptım. Daha sonra Prag taki otelimize geçtik ve otelimiz çok büyük ve ihtişamlı bir otel. Yarısı gün ise biraz dinlendim ve kahvaltıdan sonra biraz uyudum. Programımda yine Oldtown bölgesine gidip Charles Köprüsü ve etrafından çekimler yapmak vardı. Ancak otelimiz biraz şehir merkezine uzaktı ama herşeye rağmen Avrupanın her yerinde metro sistemi o kadar gelişmiş ki otelin önünde bulunan metro durağından Oldtown a kadar gidilebiliyor.
Prag taki 2 nci günü de çok hızlı geçirdikten sonra yarın Prag’ tan 130 km uzaklıktaki Karlovy Vary adındaki bir kaplıcalar bölgesi olan Unesco nun da koruma altına aldıgı aynı zaman da Ulu Önder Atatürk’ ün de yaklaşık 4 haftasını geçirdiği Karlovy Vary kasabasına gitmeye karar veriyoruz. Burası Kaplıcalar Bölgesi olması dolayısı ile Avrupanında Kaplıca Turizmi olarak uğrak noktası. İsminin anlamı ise Karlovy nin Kaplıcaları anlamına geliyor. Karlovy Vary harika evleri ve müthiş sonbahar görüntüleri ile de ruhumuzu okşuyor ve insana kendini çok farklı özel bir yerde hissettiriyor. Doğal güzelliği hiç bozulmamış mutlaka görülmesi gereken çok özel bir yer. Yine kasabanın çeşitli yerlerinden çıkış noktaları ile panoramik görüntü veren Diana Tepesine yürüyerek bi tırmanış gerçekleştiriyorum ki kan ter içerisinde kalıyorum. Ama oraya geldikten sonra tüm yorgunluk unutuluyor çünki manzara harika..
Artık tarih 01 Kasım 2012 ve Prag’ tan ayrılıp Budapeşte’ ye Macaristan topraklarına yolculuk zamanı da geldi. Bu kez yol çok uzun olacak yaklaşık 470 km ve otobüsle yolculuk L çekilecek gibi değil ama başka çare de yok. Artık yolda müzik dinleyerek sohbet ederek vakit geçiriyoruz. Yol üzerinde ise Slovakya’ nın başkenti Bratislava’ da mola veriyoruz. Burada ufak bir şehir turu yapıp bir restoranda yemeğimizi yedikten sonra tekrar yola çıkıyoruz. Yine akşam saatlerinde geldigimiz Budapeşte de hemen otele yerleşir yerleşmez dışarı çıkıp akşam yemeği için Çigan gecesi turuna katılıyoruz. Şarap mahzenlerinde düzenlenen bu gece gayet şık bir gece ve günün tüm yorgunlugunu bu gece ile birlikte unuttuk gitti.
Bu sabah ilk defa güneş yüzünü gösterdi hava çok güzel ve fotoğraf açısından çok verimli geçeceğini düşündüğüm bir gün. Budapeşte aslında iki şehrin birleşimi, şehri Tuna Nehri ortadan ikiye ayırıyor. Bir tarafı Budha diğer tarafı ise Peşte tarafı olarak biliniyor. İki taraf birbirine köprülerle bağlı, en önemli yapıları Budha kalesi ve tam karşısında Peşte tarafında bulunan Parlemento Binası, şehri tüm manzarasıyla gösteren şehire hakim bölge ise Gellert Tepesi.. Bu arada otelimiz Peşte tarafındaki Oldtown bölgesi olan Kahramanlar Meydanına çok yakın ve ilk geziyi burada yapıyoruz, buradan çıkıp Parlemento Binasının önünden geçtikten sonra karşı tarafa yani Budha tarafına geçip Budha Kalesine çıkıyoruz. Turistlerin elbette uğrak yeri ve çok iyi bir fotoğraf görselliği sunuyor. Hatta kalenin surları üzerinde oturup şehrin tadını çıkarabileceğiniz ve birşeyler yiyip içebileceğiniz kafesi bile mevcut. Kalede eski asker kıyafetleri giymiş, bir Şahin ile insanların fotografını çeken biri dikkatimi çekiyor ve hemen Şahin’ i ellerime alıp fotoğraf çektiriyorum. Kuş çok ihtişamlı ve asil… İnsan buralarda bir an bile aklından Osmanlı yı geçirmeden edemiyor. Yani en azından benim için öyle.. Taa buralara kadar gelmek buralarda Osmanlı İmparatorluğunun yıllarca kaldığını düşünmek harika bir his ve İmparatorluk kelimesinin ne kadar ihtişamlı olduğunu orada daha iyi anlıyorsunuz. Ben bir Türk olarak gurur duydum diyebilirim. Kaleden çıktıktan sonra Gellert Tepesine yol alıyoruz ki burası tüm Budapeşteyi gören harika manzaraya sahip çok güzel bir yer. Artık tüm gün boyunca Budapeştenin caddelerinde gezerek vakit geçiriyoruz. Akşama doğru ise Parlemento binasının gece çekimlerini yapmak üzere Peşte tarafına geçiyorum. Artık yorulmuş olmalıyım ki çekimler de çok istediğim gibi olmadı ve tek istediğim bir an önce otele dönmekti. Yarın ise Budapeşte de son günümüzdü ve akşam artık eve dönüş vakti gelmişti. Çok soğuk bir havada başlayan 1 haftalık Orta Avrupa gezisi sona eriyordu artık, haftaya Dubai ye gidiyordum her şeyim, vizem , otel rezervasyonum hazırdı ve bir an önce sıcak denizlere kendimi atmak için sabırsızlanıyordum. Dolu dolu geçen bu 1 hafta ise her gezi gibi yine çok özeldi..
Not : Tüm bu seyahate benimle katılan her zaman yanımda olan Hasan Özdemir arkadaşıma da buradan teşekkür ederim. İlk defa yurtdışı seyahatimi yanımda bir arkadaşımla yaptım ve çok eğlendik. Tekrar teşekkürler Hasan

5 Eylül 2012 Çarşamba

KUSURSUZ BİR TATİL VE GEZİLER İÇİN ALTIN KURALLAR

KUSURSUZ BİR TATİL VE GEZİLER İÇİN ALTIN KURALLAR

Kusursuz bir tatil ve seyahatin en önemli kuralı çok iyi anlaştığınız dostlarınızla veya sevdiklerinizle beraber tatil veya seyahate çıkmaktır. Aksi taktirde koskoca tatil size ve sizinle gelenlere tam bir hayalkırıklığı olabilir.
 
Daha fazla konfor, daha fazla ayrıcalık ve güzel bir tatil istiyorsanız harcamalarınızda biraz limitlerin üzerine çıkılmasına izin vermelisiniz. Kendinizi biraz şımartmanın kimseye bir zararı yok..
      
Devamlı güleryüzlü olmalı ve çıkacak ufak tefek olumsuzlukları da gülümseyerek ve anlayışla karşılamalısınız. Unutmayın bu sizin tatiliniz ve kimsenin bunu bozmasına izin vermeyin. Ufak tefek sorunları unutun gitsin...
     
Benimde tatil ve gezilerimin en önemli püf noktası aktivitelerdir... Aktiviteler tatilin olmassa olmazlarından ve tatilinizi inanılmaz zevkli ve unutulmaz hale getirir. Sizde kendinize uygun bir aktivite seçin, bol bol fotograf çekip fotoğraflar çektirin. Böylece siz de tatilinizi unutulmaz ve eğlenceli bir hale getirebilirsiniz.
     
Tatil ve seyahatiniz için bir diğer önemli nokta ise, önceden programınızı hazırlamak olacaktır. Bu durum size tatil ve geziniz boyunca kolaylık ve rahat bir gezi sağlayacaktır

27 Ağustos 2012 Pazartesi

ALMANYA / KÖLN ( Colognia / GERMANY )

 
 ALMANYA / KÖLN ( Colognia / GERMANY )
Zaman akıp gidiyor ve bu gecen zaman içerisinde ben hangi farklı ülke ve şehirlere gidebilirim diye planlar ve araştırmalar yapıyorum. Her zaman soyledigim gibi gidecegim yer hem kultur, hem inanç, hem yaşam şekli, gorselligi ve gezilebilirligi ile bana hitap etmeliydi. Daha önce hic Avrupaya gitmemiştim ve gitmeyi de dusunmuyordum. Dünyada o kadar cok gezilecek yer varki Avrupa da biryer listemin sonlarında yer alıyordu diyebilirim. Ancak öyle bir surpriz oldu ki benim için Avrupa ya giden kapılar ardına kadar acıldı ve ilk gidecegim yer Almanya Köln seyahati olacaktı. Yaklaşık 5 gece 6 gunluk bi seyahatti ve gitmeden önce Gidecegim yerlerle ve şehirle ilgili bilgileri biriktirmeye başlamıştım bile. Araştırmaya başladıkçada gittiğim şehrin ne kadar guzel bir yer oldugunu ve benim için bu durumun iyi vakit gecirmek ve çok guzel fotograflar yakalamak oldugunu tahmin edebiliyordum. Artık sabırsızlanmaya başlamıştım ama bi sorun şu vize işi idi ve Schengen vizesinden nefret ediyorum.
Artık yolculuk zamanı ve 15.07.2012 günü akşamı Pegasus Havayolları ile Köln / Bonn Havaalanı yolculugumuz başlıyor. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuktan sonra Köln / Bonn havaalanındayım. Bilindigi uzere Almanya Türk nufusunun çok yogun oldugu bir ülke ve kendinizi sanki Türkiye de gibi hissediyorsunuz. Birde sanılanın aksine Alman vatandaşları ve çalışanları cok sıcakkanlı insanlar. Tüm seyahatim boyunca hepsi cok yardımsever ve guleryuzlu geldiler bana. En onemli ozellikleri elbetteki disiplinleri ve calışmaları. Altyapıları, yolları, binaları ve ulaşım ( tren ) agları son derece guzel ve başarılı. Hic tahmin edemedigim ve bana ilginc gelen bir iki konu varki bir tanesi yagmurun yagmadıgı bir gun bile gecirmedim , digeri ise havanın saat tam olarak 22.00 gibi kararması beni cok şaşırttı . Almanlar bu yagmur olayına cok alışkınlar ve şemsiyeleri ve giyimleri ile her zaman yagmura hazırlar. Spor ise hayatlarının bir parcası, hemen hemen herkes bisiklete biniyor, koşuyor ve yuruyuş yapıyor. İşte o zaman anlıyorsunuz bu adamlar dünyadaki spor organizasyonlarında neden bu kadar başarılılar. Elbette disiplin ve çalışma..
Köln bambaşka bir şehir, tam bir müze, Köln katedralinin oldugu bölgeyi ilk gunden keşfediyorum. Katedral Kölnün kalbi ve tüm turistler, gençler, sırtçantalılar ve ögrenciler buraya akın ediyor. Tüm tren baglantılarının son duragıda elbette burası.. Buradan istediginiz şehire hatta Parise, Amsterdam a ya da Frankfurta buradan hızlı trenlerle yolculuk yapıyorsunuz. Tren garından cıktıktan sonra koskoca katedral karşılıyor sizi, şu ana kadar gordugum en buyuk kilise diyebilim ki zaten Avrupanın da en buyuk kilisesi burası. Dom Kilisesi olarak bilinen tarihi katedral Hristiyanlığın Katolik mezhebi için açılmış bir ibadethane ve 1248 yılında yapımına başlanan katedralin yapımı 632 yıl sürmüş en sonunda da 1880 yılında hizmete açılmış. Katedralin içini gezmek sadece insanın yarım gününü alıyor diyebilirim. Katedral o kadar büyük ki içeriye de farklı noktalardan giriş ve cıkış kapıları mevcut. Benim çıkış kapısı olarak belirledigim arka taraftaki kapıdan cıktıgınızda Büyük Dom otelinin onune ve büyük meydana geliyorsunuz. Bu meydanın takibinde trafiğe kapalı olan sokak cok hareketli ve kalabalık, etrafındaki alışveriş merkezleri ile gezmesi cok zevkli, burada ve katedralin olduğu meydanda kendi yeteneklerini sergileyen ve gösteri yapan insanları bulabilirsiniz ve bunları izlemek ve fotograflamak ta gayet zevkli. İşte üstteki fotograftada bunlardan sadece bir kare..
Şehri ikiye ayıran ve aslında Köln e hayat veren Ren ( Rhein ) Nehri burada hayati önem taşımakta ve nehirde karşıya gecişleri ise meşhur Hohenzollern Köprüsünden yaya veya bisikletli olarak yapabiliyorsunuz. Hohenzollern Köprüsünün uzerindeki kilitler ise cok buyuk ilgi odagı ve harika bir goruntu sergiliyor. Ve nehrin hemen kıyısında Alstadt Bölgesi varki Kölnun meşhur birası ve ulusal içeceği olan Kölsch ün tadına bakıp kendinizi dinlendirebilieceginiz cok guzel barlar burada bulunuyor. Kolonyanın bir nevi anavatanı olan Köln şehri adını Colognia yani kolonyadan almış ve kolonya dunyaya ilk olarak buradan cıkmıştır. Şehirde herşey o kadar cok içice ve duzenliki Gar, Katedral, Hohenzollern Köprüsü, Alstadt Evleri ve Ren Nehri hepsi aynı bolgede ve yuruyerek birbirleine geçiş mesafesindeler. İşte bu durumda hem gezmeyi, hemde herşeyi yorulmadan bir arada keşfetmeyi kolaylaştırıyor ve benim için en önemlisi bir fotograf karesinde hepsi bir arada mukemmel gece fotografları ve gorulmeye deger bir manzara sunuyor insana. Yaklaşık 2-3 gunumu bu bölgeyi keşfetmekle geciriyorum ve daha sonraki günlerde Türklerin daha yogun oldugu Mülheim, ve Küçük İstanbul dedikleri Keupstrasse gibi yerleri de gezmek ve keşfetmek benim icin cok farklı oluyor, bu bölgede o kadar cok kebapçı dönerci var ki kendinizi gercekten Türkiye de bir yerde hissediyorsunuz , gün içerisindeki bu seyahatlerimi otobüsle durak durak inip binerek yaptım ve Porz Markt ile Mülheim de bulunan ve bir sürede dinlenme imkanı bulduğum yemyeşil doğal park en begendiğim yerlerden bir iki tanesi oldu.
Aklımda kalan yerlerden bir tanesi de Köln merkezde bulunan Köln Hayvanat bahcesi ve Florasıydı ki burayı da gezip görmeden geri dönmemeliydim. Ren Nehri kıyısından yuruyerek 15 dakikalık bir yürüyüş mesafesi ile gidilebiliyor buraya ama hayvanat bahcesinin hemen yanında yer alan Flora benim daha cok ilgi alanıma girdiginden ben soluğu orada alıyorum. Burası cok büyük bir bitki çeşitliliğine sahip ve ben 1 gunumu de burada gecirip harika fotograflar alıyorum . Benim için sürpriz olan bu Almanya seyahati, yine cok değerli fotoğraflarla ve güzel anılarla sona eriyor. Akustik ve tarihi yapısı ile Köln sokakları her zaman cok renkli, gösteriler yapan sanatçıları ile, meşhur Kölsch Birası ve kültürü ile, dünyaya sundugu kolonyası, katedrali ve Ren nehri ile bende iz bırakan bir şehir olarak artık kayıtlarımda..

26 Şubat 2012 Pazar

AMATÖR FOTOĞRAFÇI
            Nereden aklıma düştün, nereden keşfettim seni. Sen mi beni buldun, ben mi seni arıyordum. Birgun dedim ki kendime, heryeri geziyorum her detayı seviyorum ama bir eksik var gezilerimde, gördüklerimde, gözlemlediklerimde. Tüm bunları kayıt altına almam, detayları fotoğraflamam ve kendime bir makina edinmem gerekiyordu. Ne özellikleri hakkında bilgim var dı ne de  fiyatları... Kime soracaktım kimden yardım alacaktım kimse de yoktu ki etrafımda. Biraz internetten araştırmalıydım.
             İnternet nimetlerini sunmaya başladığında bana, karşıma ya Nikon çıkıyor du ya da Canon. Her iki markayı da tüm dünya gibi bende biliyordum ama hangisi ??? Forumlarda bile Nikon mu ? Canon mu ? tartışmaları sürerken ben nasıl bir seçim yapmalıydım. Bir seçim yapmak satın almaktan daha zor ve uzun bir süreç oldu benim için. Bu süreçte ise çok guzel kareler fotoğraflanamadan kaçıyor ellerimden... O kadar çok araştırmış olmalıyım ki, alışveriş sitelerinden artık sadece fotoğraf ve fotoğaf makinası mailleri ulaşıyor bana. Şu son mail çok dikkatimi çekti, yeni bir makina, fiyatı da uygun gibi sanki... Artık zamanı geldi karar veriyorum, alıyorum, alıyorum, alllldımmmmmmmmmmmm...
          İnternet alışverişimden sonra zaman durdu sanki, saatler dakikalar durdu. Bari bir yüzünü görseydim, sadece bir kez dokunsaydım :) ... Veee işte kargomda geldi. Nasıl açtım koliyi hatırlamıyorum. Ya ne güzel bir makina bu, sanki hayat yeniden başlıyor benim için... İlk makinam ve yeni oyuncağımı hiç düşürmüyorum elimden. Kafamdaki tüm detayları tüm ayrıntıları çekiyorum. Birlikte geziyoruz ülkeleri ve birlikte görüyoruz dünya güzelliklerini... O benim gözüm ben onun eli ve ayağı oluyorum. O gün bu gündür fotoğraf çekiyorum... Fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. Amatör olarak başladığım bu süreçte amatör fotoğrafçı olarak kalmayı daha çok seviyorum...  http://www.ufukakkus.com.tr/

20 Ocak 2012 Cuma

Benim Küçük Kelebeğim

                          Benim Küçük Kelebeğim, Bir fotoğraf karesinden daha fazlasıydı benim için...
Bütün fotoğraf çekimim esnasında merakla izledi beni, daha sonra ise hiç ayrılmadı yanımdan... Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu benim... Artık gün fotoğraf çekme günü değil bu minik kelebeğimle birlikte oluşan dostluk ve sevgi günü gibiydi... Ve ben hiç ayrılmak istemedim onun bu kısacık hayatından...