4 Aralık 2013 Çarşamba

Gezginin Sırtçantası.. Sırtçantamda neler var ?

Gezginin Sırtçantası.. Sırtçantamda neler var ?

DSC_5255 (Kopyala)Artık öyle bir hal alıyor ki hayat, tüm programlarımı seyahatlerime göre hazırlıyor ve işimi, evimi, ailemi ve özel yaşamımı seyahatlerime göre planlıyorum. Benim için ideallerim ile dünya görüşüm arasında sıkışıp kalan bir dışa atım gibi olsa da bu seyahatler, aslında kendimi yeniden bulma zamanlarım oluyor çoğu zaman. Kendi kendimi dinleme imkanımın ve kendimle başbaşa olduğum zamanların tadı ise tarif bile edilemez. Üzerimde bulunan pozitif enerjiyi insanlarla paylaşabileceğim en güzel zamanları da bu gezilerimde yaşıyorum. Bazen planlı bazen plansız oluyorum çoğu zaman. Hatta planlı olduğum zamanlarda bile olumsuzluklar karışısında hemen acil yeni planlar yapmak ve krizi çözmek de gerekiyor bir gezgin için. Çünkü ne zaman ne gibi bir olumsuzlukla karşılaşacağınız da asla belli olmuyor. Herşeye rağmen gülüyorum ve hiçbir olumsuzluğun moralimi bozmasına izin vermiyorum tabii ki. Bunlar seyahatlerin ve iyi bir gezgin olmanın olmazsa olmazları. Ama bir de seyahatin olmazsa olmazı en yakın yardımcılarımız var yanımızda seyahatler boyunca. Herşeyimiz onların içinde herşeyimiz onun elinde. Bir kelebeğin kanadı olmadan uçamaması gibi bizde onsuz yapamıyoruz. Sırtımızda bir kelebek kanadı misali sırtçantasız asla bir seyahat düşünemiyoruz. E peki nasıl olmalı bir sırtçantalının sırtçantası ? Neler koymalı sırt çantasına ? Ne kadar bir ağırlık taşımalı ?
Seyahatlerimin durumuna göre çantamı hazırlıyorum elbette, eğer seyahatim tek ülke ve tek şehir üzerine kurulu ise orta boy bir bavul ve 35 -40 litrelik bir sırtçantası alıyorum yanıma. Bavuluma daha özgür ve kendimi kısıtlamadan istediğim kıyafetlerimi ve eşyalarımı koyabiliyorum. Sırt çantama da pasaport, evrak, kredi kartları, cep telefonu ve fotograf makinamı alıyorum mutlaka. Çünkü bunlar hem otelde bırakılamayacak kadar önemli, hemde her an yanınızda ihtiyaç duyabileceğiniz eşyalar.
Uzun ve bol araç değiştirmeli olan seyahatlerimde ve birkaç şehir hatta birkaç ülke gezilerinde 45 litre üstü bir sırt çantası gezginin ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor. Bir kelebeğin kanadı gibi sırtımda bulunan sırtçantamla işte o zaman bir bütün oluyorum diyebilirim. Birkaç günde bir, hatta günübirlik seyahatler de yapacağımı düşünerek artık sırtçantam bu seyahatlerimde benim herşeyim. Bu haldeyken bile yanımda yine de bir ufak sırtçantası her zaman alıyorum. Çünkü bazen büyük sırt çantasını konaklayacağınız otelde bırakmak ve ağırlıklardan kurtulmak, şehri küçük olan sırtçantası ile daha rahat ve hafif gezmek gerekebiliyor Bu kadar önemliyken sırt çantası o zaman sırt çantasını da en iyilerden seçmek ve sağlamlığına ve konforuna dikkat etmek gerekiyor. Marka olarak elbette benimde favorilerim var. Karrimor, Evolite, Jack Wolfskin, Timberline bunların başında geliyor diyebilirim. Ben Timberline kullanıyorum ve çok memnunum. Benim için bol cebi olması, gizli bölmelerinin çokluğu, en ufak bir evrak veya pasaport ihtiyacında bana sağladığı kolaylık, konforu ve sağlamlığı tam istediğim gibi. Terleme için hava kanallarının olması da ayrı bir avantajı.
Çanta dediğin zaman az çok ta karizması da olmalı tabii. Bu da benim için az çok önemli. Bir sırtçantasının yağmur geçirmemesi çok önemli bir özellik olsada en azından bir yağmurluk ya da kılıfı olması tüm sorunları çözebiliyor. Her türlü şartları görebileceğimiz sırt çantamızla neler bulundurmak gerekiyor kısaca bir bakalım. Ya da en azından ben neler taşıyorum sırtçantamda bir göz atalım.
  1. Pasaport
  2. Kredi kartları
  3. Biraz nakit para ve döviz
  4. Harita ve ilgili broşürler
  5. Not defteri ve kalem
  6. Fotograf makinası
  7. Fotoğraf çekimlerim için tripod ve uzaktan kumanda
  8. Artık teknoloji açısından interneti hızlı kullanabileceğiniz bir telefon ( Iphone )
  9. Şarz aletleri
  10. Şampuan ve traş malzemeleri
  11. Diş fırçası ve macun
  12. İç çamaşırları
  13. Çorap
  14. Terlik
  15. Havlu
  16. Yağmurluk mutlaka olmalı
  17. Islak mendil
  18. Tırnak makası
  19. Yara bantı ve ufak tefek ağrı kesici vb ilaçlarda bulunmalı mutlaka
  20. Güneş gözlüğü gerekirse güneş kremi
  21. Mevsime göre şapka, bere veya bandana
  22. Mevsime göre şort, kapri veya pantalonlar
  23. Mevsime göre ayakkabı seçimi
  24. Mevsime göre tişörtler veya sweatler
Elbette bu saydıklarım haricinde sırtçantamızda bulunması gerekenler ya da ihtiyaç duyabileceğimiz malzemeler de olacaktır. Ama ne kadar yük o kadar zor bir seyahat demektir. Bu nedenle ufak, hafif malzemeleri seçmeli ya da bazı eşyaları bulunduğumuz yerde satınalma opsiyonumuzu da kullanabilmeliyiz. Yerleştirmeye gelince artık bu sırtçantanızın verimine kalmış elbette ama en çok kullanılan malzemeleri her zaman en üstte bulundurmak en doğru seçim olacaktır.

Avrupa' ya vizesiz girmenin müjdesi verildi..


Avrupa’ ya vizesiz girmenin müjdesi verildi..

avrupa-birligi-turkiye(2)ufukVe sonunda AB ile Türkiye arasında uygulanan vize muafiyeti ile ilgili açıklama resmen geldi. Benim hatta tüm gezginlerin ve seyahatsever tüm türk halkının hasretle beklediği AB ( Avrupa Birliği ) ‘ ye vizesiz girebilme müjdesi bugün itibari ile Brüksel’ de yapılan ortak bir basın toplantısı ile duyuruldu. Yani şudur ki artık Schengen Vizesi zulmü sona eriyor :) ..

Aslına bakarsanız benim bu konuda hiç umudum yoktu ama ben bu tarihin ve bu açıklamanın Türk halkı için bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Türk halkının seyahat özgürlüğü sonunda verildi ve bunun getireceği hem sosyal hem de ekonomik faydaları Türkiye fazlasıyla görecektir. Elbette basın toplantısında süreçle ilgili en fazla 3 ya da 3.5 yıl denildi ama artık bu tarihin bile bir önemi yok. Türkiye halkına, seyahatseverlere, sırtçantalılara ve tüm gezginlere hayırlı uğurlu olması dileklerimle..

24 Ekim 2013 Perşembe

Doha / QATAR







Boracay Adası nasıl bir yer ? Neler yapılır ?

BORACAY ADASI NASIL BİR YER ?NELER YAPILIR ?

DSC_0418 (Kopyala)Boracay Adasında yok yok desem abartmış olmam diye düşünüyorum. İstediğiniz her türlü aktiviteleri burada bulmanız fazlasıyla mümkün. Çoğu büyük ünlü ada ve hatta metropol şehirlerde dahi bulamayacağınız aktiviteleri ben ilk defa burada gördüm diyebilirim. Dünyanın en önemli dalış merkezlerinden bir tanesi hadi o tamam, dragon isimli kürek çekme takımları var ki her gün kürek çekme antrenmanı yapıyorlar ve isterseniz sizde katılabiliyorsunuz. Ben katıldım iki gün kalkamadım. Kendine özgü bir yapısı olan tekneleriyle günbatımında denize açılabilir ya da he akşam görsel bir şölen haline gelen günbatımı ve teknelerin danslarını sahilden de izleyebilirsiniz. Adada trekking yapma olanağı, tırmanış ve yürüyüş parkurları mevcut,  atv safarileri motorsiklet ve bisiklet sporları her an yanınızda, jet-ski, paraşüt, muz ve benzeri su sporlarını saymıyorum artık. Yüzmek istediğinizde çok güzel sahilleri hatta bakir diyebileceğim Coco Beach mükemmel.  Ben bir sabah 7 civarında gittim mavi ve yeşil rengin karışımı olan suda yüzmek inanılmazdı. Boracay Adası sadece sahilleri ile değil Bat Cave yani Yarasa Mağarası ve Kelebek Bahçesi ile de çok özel bir doğa parkı aynı zamanda. Çok şık otelleri ile her şarttaki konaklama imkanını bulmanız mümkün.. Denize sıfır lüks otellerin fiyatları ise çok çok ekonomik. Herkes için bir eğlence herkes için bir aktivite mevcut.. Ada da otellerin 3 ana noktası Station1 – 2 ve 3 olarak adlandırdıkları bölgeler var. Yani İstasyon 1, istasyon 2 ve istasyon 3.. İstasyon 1 e nazaran 2 ve 3 çok çok hareketli. İstasyon 1 ise genelde gece hayatı ve barlarıyla belirli bir saatten sonra çok hareketli oluyor.

12Gece hayatının en hareketli olduğu disko – bar ise Guilly Bar and Cocomangas. En hareketli Hangi noktada kalırsanız kalın memnun kalacağınız bir nokta olacağı kesin. Ben istasyon 3 te kaldım. Aktivitelerin çok yoğun olduğu bir yerdi ve zaten diğer yerlere yürüme mesafesi en fazla 1-2 km kadardı.  Adanın tamamı zaten 4 kilometre. Gezerek çok zevkli bir yürüyüşle istasyon 2 de bulunan D-Mall da vakit geçirmek te çok eğlenceli. D-Mall adanın açık alışveriş merkezi. Gayet lüks mağazaları ve çok güzel restoranları var. Ben zaten günbatımı ve gece cekimleri için istasyon 1 de bulunan Willy’s Kayalıklarına giderken mutlaka ugradığım bir yerdi D-Mall.  Özel tırmanma Standı ise çok eğlenceli ve her yerde bulamayacağınız türden. D-Mall da birde Hobbit House adında sadece işletmeciliğini cücelerin yaptığı ve çalışanlarının da cücelerden oluştuğu bir bar-restoran var. Diyorum ya yok yok Boracay Adasında. Hatta benim saymadığım daha neler var neler. Bir gezgin olarak belki yüzlerce ada, şehir ve farklı yerler gezdim ama Boracay Adası beni çok etkiledi gercekten. Ha bu arada unuttum adayı isterseniz helikopterle turlamanız da mümkün. Zaten ada küçücük bir yer ne helikopteri diye düşünüyorum ama var işte. Tabii asıl beni mutlu eden benim en büyük hobim fotoğraflarım ve adada istemediğim kadar kelebek fotoğrafı çekiyorum. Günbatımı ve günbatımında Willy’s Kayalıklarının gece fotoğraf çekimleri beni fazlasıyla mutlu ediyor. Adada meydana gelen denizin gelgit olayları ise her zamanki gibi çok etkileyici elbette. Bir gün yolunuz düşerse asla geri dönmek istemeyeceğiniz bir cennet köşesi Boracay ..

27

Paris te 2 Gün

DSC_3606 (Kopyala) 2013 yılında yapmış olduğum Avrupa turunda kısa kısa notlar almış, gitmek görmek isteyenler içinde basit ama faydalı seyahat bilgilerini ve şehirlerle ilgili önemli noktaları kendime göre değerlendirmiştim. Elbette neresi olursa olsun bir şehir bir – iki günde bitemezdi. Ancak her şeye rağmen en önemli uğrak noktaları ve mutlaka görülmesi gereken yerler listesi her zaman herkesin ilk ziyaret noktaları idi ve bende şehirleri kısaca bu özellikleri ile anlatmak istiyorum. Tabii ki dünyanın en çok ziyaret edilen ülkesi ve buranın başkendi Paris’ te benim için ilk sırada geliyor. Paris’e Brüksel üzerinden Eurolines otobüs firması ile geldiğimde ilk aklımda olan elbette Eyfel kulesi idi ve direk olarak metro ile Eyfel kulesinin olduğu bölgeye Trocadero Bölgesine geldim. Eyfel Kulesi benim için ve tabii ki tüm dünyanın kabul ettiği gibi Paris’ in kalbi idi ve hareket noktalarımı buraya göre planlayacaktım. Elimdeki şehir haritası ve  internet üzerinde okumuş olduğum bilgiler haricinde elimde hiç bir veri yoktu ve her zamanki gibi şehri yaşama zamanım gelmişti. Önemli noktaların başında diğer bir nokta ise Notre Dam Katedrali,  Louvre Müzesi , Concorde Meydanı, Şanzelize, Champ De Mars, Zafer takı, La Fayette bölgesi en önemli gezilecek ve ziyaret edilecek alanları idi. Birde ressamlar tepesi tabii ki.  Disneylanda ise apayrı bir konu açmak gerekiyordu ki burayı gezmek gerçekten daha fazla bir zaman diliminde olacak işti. Şimdi bu yazımda gidilecek önemli noktaları teker teker sizinle paylaşmaya ve bilgiler yazmaya çalışacağım.
 
EYFEL KULESİ
DSC_3704 (Kopyala)Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. Kule sadece 20 yıl kalması için inşa edilmiş ancak 1909′da yıkılması gereken kule Atlantik ötesi haberleşmeye imkan tanıdığından kalmasına izin verilmiştir. Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri ile birlikte 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik  yerine demirden  inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir. Eyfel kulesi sadece bir kule olarak değil, etrafındaki geniş alan ve sosyal imkanları ile birlikte bir bütündür ve bu özelliği ile daha çok ilgi odağı olmuştur. Kuleye metro ile her mevkiden ulaşım  son derece kolaydır. Paris’ te elinizde bir metro hattı haritası olsun yeter. Daha sonrasında ise tek yapmamız gereken orada bulunmanın tadını çıkarmak ve istediğimiz yer ve açılardan bol bol fotoğraf çektirip, fotoğraflar çekmek..
 
CHAMP DE MARS
Eyfel Kulesinin yanında bulunan büyük ve yemyeşil alan olarak bilinir. Burası Eyfel Kulesini izlemek için ideal bir alan ve herkesin ortak ziyaret alanıdır. Benim de Paris akşamlarında zaman geçirdiğim, fotoğraflarımı çektiğim ve dinlenme imkanı bulduğum bir yerdir ve kalabalık olması ziyaretçilerin daha çok bu bölgede dinlenip eğlenmesine olanak sağlamaktadır. Bu arada şehri gezmek isteyenler için bulunan tur otobüsleri de Champ De Mars’ın bitimi konumundaki meydandan hareket etmektedir. Bu benim için de çok büyük kolaylık oldu diyebilirim.
 
NOTRE DAM KATEDRALİ
Meryem Ana’ya adanarak yapılan bu gotik katedral, Sein Nehri’nin ortasında ki Île de la Cité’nin doğu kısmında bulunur. Notre Dam Katedrali Paris’in sembollerinden biri haline gelmiştir. 19. yüzyılın başlarında yıkılma kararı alınan katedralin kurtarılması için ünlü Fransız yazar Victor Hugo “Notre Dame’ ın Kamburu” adlı romanı yazmıştır. Böylece halkın da desteğiyle yıkılmaktan kurtulmuştur. Katedralin önünde bulunan oturma alanlarında zamanı yaşayabilir, fotoğraf çekilebilir, etrafında bulunan cafe ve alışveriş dükkanlarından yararlanabilirsiniz. Ben sabah saatlerinde buradaydım ve o mistik havası beni çok etkiledi diyebilirim. Bu arada katedrale girmek ücretsiz.
 
LOUVRE MÜZESİ
DSC_3810 (Kopyala)1793′te açılan ve müze yapılan bina aynı zamanda Fransa’nın ilk devlet müzesidir. Piramit şeklindeki yapısı ile son derece dikkat çekici bir yapı olan Louvre müzesinde  La liberté,  guidant le peuple, Mona Lisa, Winged Victory of Samothrace ve Venus de Milo gibi birçok şaheser görülebilir. Sadece dış görünüşü bile insana bu sarayın harikuladeliğini gösterir. Mimarinin en muhteşem örneklerinden biridir ve Fransız usulü dik çatıları da dikkat çekicidir. Ben müzenin önünde ve etrafında çok güzel vakit geçirdim hatta işportacılardan çok hesaplı  Eyfel Kulesi Biblosu satın aldım. Ancak müzeye girme imkanını kalabalıktan dolayı tercih etmedim. Vakti olanlar için ise mutlaka tavsiye ederim.
 
ŞANZELİZE ( CHAMP ELEEYES )
Adını Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından almıştır. Paris’in en güzel caddesi olarak bilinir. Cadde, yukarı doğru çıkarsanız sizi Zafer Takı’na, aşağı doğru inerseniz sizi Concorde Meydanı’na çıkarır. Daha ilerde ise Jardin des Tuileries ve Louvre Müzesi vardır. Birçok gösterinin yapıldığı bu cadde adeta Paris’in kalbidir. İnanın Şanzelize den yukarı Zafer Takına doğru giderken sağa sola bakmaktan bir hayli yoruldum. Cadde bir hayli uzun, geniş ve etrafında bulunan törenler için konulduğunu düşündüğüm koltuk ve oturma alanları ile bir hayli ilginç.
 
 
CONCORDE MEYDANI
Şanzelize Caddesinin başında olan meydanın adıdır. Bordeaux şehrinin Quinconces Meydanından sonra Fransa’nın ikinci en büyük meydanıdır. İtalyan yazar, gazeteci ve diplomat olan Curzio Malaparte, “Concorde Meydanı meydan değil, aydınlıktır” demiştir. Paris’ te ne taraf gitmek isterseniz gidin bu meydan mutlaka göreceğiniz yerler arasındadır. Ben Şanzelize’ ye veya la Fayetta’ ya giderken bu meydandan defalarca geçtim ve artık ezberledim diyebilirim. Meydan da bulunan Dikilitaş ise bizim çok ta uzak olmadığımız bir mimaridir. Bu yönüyle Paris’ in ortasında bulunan bu Dikilitaş benim çok ilgimi çekti  ve beni çok değişik hayallere de götürdü diyebilirim.
 
ZAFER TAKI
DSC_3830 (Kopyala)Paris’i Paris yapan mimarilerden biri de Zafer Takı’dır. Şanzelize’nin (Champs Elysees) sonunda bulunur. Napolyon tarafından yaptırılmasına karar verilmiştir ama tarih içerisinde birçok nedenlerle bitirilmesi uzamıştır. 1806 da başlanan inşaatı 1836 da ancak bitmiş. 1940 da ölen Napolyonun mezarı Zafer Takının altından geçmiştir. Konumu son derece güzel bir yerde Şanzelize Caddesinin en üstünde bulunmaktadır. Caddenin sonunda yer altı geçitinden geçerek Zafer Takının içine ya da başka bir deyişle altına geçilebilir. Ben biraz buraya bu insanlar nereden geçtiler diye düşünsem de bulmak çok ta zor olmadı diyebilirim. Tek yapmam gereken altgeçidi bulabilmekti. :) Başka bir ilginç detay ise, burada bulunan alev 1923 yılından bu yana hiç sönmemektedir.
 
GALLERİES LA FAYETTE
Paris’in moda ve alışveriş merkezidir. La Fayette Galleries adı altında bulunan galerileri dünyaca meşhurdur. Bende tur otobüsü ile uğrayıp Galleries La Fayette içerisinde biraz gezdim ve alışveriş mağazalarını gezerek Paris’ in ünlü markalarını daha yakından görme imkanı buldum.
 
RESSAMLAR TEPESİ
Paris’ in en yüksek tepesi ama sadece rakım 130 dur. Ama Paris’ in ziyaret edilmesi gereken çok özel bir yeridir diyebilirim. Ressamlar tepesi sadece bir meydan olarak değil etrafında bulunan cafe ve alışveriş mekanları ile hem gündüz hem de akşam ziyaret edilebilecek bir mekandır. Akşam saatlerinde daha bir farklı havası olduğu düşüncesindeyim.
 
DİSNEYLAND  
Ve Disneyland… Disneyland Paris’ in Eyfel kulesinden sonra en çok ziyaret edilen alanıdır ve buraya belki 2 gün ayırmak gerekiyordu. Ben bu sebeple buraya gelmedim ancak yine de edindiğim bilgilerle birşeyler yazmak istiyorum. Disneyland Paris’ten yaklaşık 35 dakika uzaklıkta kendi başına bir kasaba gibi ve Avrupa’nın her yerinden hatta tüm dünyadan ziyaretçi akınına uğruyor. Buraya yine metro hattını kullanarak çok rahat bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Etrafında otelleri, restaurantları ve kendi bünyesinde film platoları mevcut. Giriş ise 60 Euro civarı ve biletleri internet sitesinden bulabilirsiniz. Eğer Paris’ e bir gün yine yolum düşerse ilk hareket noktam burası olacağına emin olabilirsiniz.
 
Paris bilindiği gibi her yıl verilen bilgilere göre halen dünyanın en çok ziyaret edilen şehridir ve her sene milyonlarca turiste ev sahipliği yapmaktadır. Her bir detayı gerçekten tarih kokmakta olan bu şehir aynı zamanda sanata ve sanatçıya verdiği önemle de apayrı bir yer tutar. Disneyland ise Paris için apayrı bir turistik ziyaret bölgesidir ve burası içinde apayrı bir zaman gerekmektedir. Paris’in benim için özel bir yer olarak ta gezi rotalarımdaki yerini aldığı için çok mutluyum. Çok özel Eyfel kulesi fotoğrafları ise artık benim unutulmazlarım arasında yer alacaktır. Normalde ben bir şehri daha çok yaşayıp daha çok vakit geçirirdim ve bu kadar hızlandırılmış bir tur yapmazdım. Ancak Avrupa turu, otobüsler, metrolar, hızlı trenler, yollar ve şehirler beni o kadar çok yormuştu ki,  Paris benim için hızlandırılmış bir şehir turu oldu. Umarım Paris’i ziyaret edecekler programlarına Disneyland turunu da katarak bir program yaparlar ve daha çok eğlenirler. www.gezenkelebek.com

2 Ekim 2013 Çarşamba

Köln ve Amsterdam



Avrupa Başkentleri Köln ve Amsterdam..

Sırt çantamla Avrupa.. Köln - Amsterdam - Brüksel - Paris ..

DSC_3270 (Kopyala)Artık Avrupa seyahatimin zamanı gelmişti de sonlara bıraktığım bu tecrübemin zamanı geçiyordu bile.  Hep keşfedilmemiş olan uzak diyarları merak edip keşfetmek daha da güzeldi benim için ama bu defada Avrupa hakkında bilgi sahibi olamamak ta beni bir adım geride bırakmıştı açıkçası. Bazen hiç Avrupa’ya gittin mi sorusuna da evet gittim dediğimde, Viyana, Prag, Budapeşte ve bir de Köln ü ekleyelim, böyle birkaç şehirle sınırlı kalıyordum açıkçası.. Aslında Avrupa’nın gözbebekleri daha önümde sırada bekliyorlardı. Yine Rotamı Köln’den başlayarak ve buradan Amsterdam, ardından Brüksel ve daha sonra Paris’i de görmeyi çok istiyordum. Yani Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa turu programı yapmıştım kendime. Artık bu turumda Avrupa’nın önemli bir kısmını da tamamlamış olacaktım. Tabi bilindiği gibi sadece gezen bir kelebek ruhu değildi bu. Aynı zamanda eşsiz fotoğrafları da yakalamak vardı benim hayallerimde. Seyahatlerimin en zevkli ama en yorucu taraflarını da bu fotoğraf aşkı oluşturuyordu her zaman. Sırtımda o ağır makine ve objektifler, ayrıca tripod taşımak ta ayrı bir yorgunluk demekti benim için. Ama o fotoğraflardan sonra herşeye de değiyordu diyebilirim. Her ne kadar planlı olsa da seyahatim, aslında günlerim ve kalacağım geceler spontane gelişiyordu ve her an yeni bir program ve B planı hazırdı benim için. İlk durağım Almanya Köln idi ve bildiğim ama doyamadığım bir şehirdi burası. Buradan hareket etmek çok kolay olacaktı.  Seyahatimi hızlı trenler ve Avrupa’nın otobüs hattı olan Eurolines üzerine kurmuştum artık.
DSC_2459 (Kopyala)10.07 2013 günü geldiğim Köln de gelir gelmez bir sorunum vardı. Yanıma sırt çantamı otelde bıraktıktan sonra alabileceğim bir küçük sırt çantası daha almamıştım ve onu almak için çantacı ve spor mağazalarını dolaştım daha ilk günden. İşimi görecek kadar iyi olan gayet te uygun fiyatlı bir çantayı adidas mağazasında buldum ve gerçekten de seyahatim boyunca çok işime yaradı. Sizde benim gibi bir hata yapmayın sakın. Çünkü koskoca sırt çantasını taşımaktansa bir küçük  sırt çantasına mutlaka ihtiyaç duyuyor insan.  Fotoğraf makinemi, pasaport ve cüzdanımı, cep telefonumu ve şarj aletimi, suyumu ve ufak tefek ihtiyaç duyabileceğim gözlük, tişört, yağmurluk vb. eşyalarımı koyabileceğim ufak bir sırt çantası en büyük ihtiyacım oldu bir anda. Akşam saatlerinde ise yeniden Köln Katedralinin ve Hohenzollern Köprüsünün gece fotoğraflarının çekim zamanı gelmişti artık ve bu muhteşem kareler yeniden portföyümdeydi artık. Bu defa Nikon D600 Full Frame bir makine ile çekim yapmak ve 24-85 in harika performansı fotoğraflarıma daha da iyi yansımıştı artık. 2 gün Köln için yeterli bir zamandı benim için ve tam zamanında ayrıldım bu güzel Almanya şehrinden. Ama ilk günden Amsterdam’a gitmek için biletimi Köln Hbf den aldım. Köln HBF, Köln’ün merkez tren istasyonu ve şehrin merkezi burası. Katedralin olduğu yer ve bütün trenlerin, şehir içi ve şehirlerarası hızlı trenler ve hatta Eurolines otobüslerinin merkezi dahi burada. Köln Hbf demek  tüm turist ve halkın geliş ve gidiş noktalarının kalbi demek. Avrupa’nın en meşhur hızlı tren şirketi Thalys ve Ice şirketleri olarak bilinir ve ben Amsterdam’ a gitmek için biletimi biraz daha uygun olan Ice Train den aldım. Köln-Amsterdam arası  62.80.- Euro ya bilet buldum ve bu fiyat çok çok iyi.
 12.07.2013 tarihinde 14.46 da Köln den kalkan trenim yaklaşık 2.5 saatte 17.26 da Amsterdam’a geldi.  Artık Almanya – Köln günleri geri gelmek üzere şimdilik bitmiş ve Hollanda – Amsterdam günlerim başlamıştı benim için.
DSC_2702 (Kopyala)Amsterdam’a gelmeden önce 3 gecelik rezervasyonumu www.booking.com aracılığı ile Amsterdam’ın ünlü caddesi Red Light District’te bulunan Budget Hostel Heart of Amsterdam adlı  hostelden gayet te uygun bir fiyat yakalayarak yaptım. Otelim gerek konum gerekse temizlik ve güvenlik acısından çok başarılı bir oteldi. Budget Hostel Heart of Amsterdam isimli oteli kesinlikle sırt çantalı gezginlere tavsiye edebilirim. Amsterdam ilk geldiğimde harika bir şehir havası uyandırdı bende ve gercekten de öyleydi. Central Station’ dan ilk çıktığım andan itibaren sıcacık bir atmosfer vardı. Amsterdam Merkez Tren istasyonundan şehrin kalbi konumundaki Dam meydanına yürüyerek 10 dakikada gidilebiliyordu ve bu çok iyi oldu benim için. İlk önce otelimi buldum, yerleştim ve ardından fotoğraf makinemi ve küçük sırt çantamı alarak daldım Amsterdam’ın kanallarıyla ünlü sokaklarına.. Amsterdam çok farklı bir şehir olmasının yanında  kendine özgü mimari evleriyle, kanalları ve kalabalığı ile de muhteşem duygular hissettiriyor insana. İnsanların sıcakkanlı olması ise Amsterdam’ın asıl en muhteşem özelliği idi benim için. Benim için buradaki ilk saatlerimdi. Biraz kanalların aralarında yürüdüm, biraz Dam meydanında oturdum ve şehir daha ilk dakikalarından itibaren büyülemişti beni. Daha ilk gecemde ise harika gece fotoğrafları yakalamak günün tüm yorgunluğunu almıştı üzerimden ve artık dinlenme zamanı.
DSC_3266 (Kopyala)13.07.2013 günü artık Amsterdam’ı gündüz gözüyle gezmek ve otelden aldığım şehir haritası ile farklı mekanlarını keşfetmek zamanı gelmişti. Amsterdam o kadar güzel ve kolay bir şehir ki; isterseniz yürüyerek her tarafa ulaşmak ta mümkündü ve çok ta zevkliydi. Ancak arada metro kullanmak işi çok kolaylaştırıyordu aynı zamanda. Bu arada Amsterdam’da otobüs ve metro 1.70 Euro ve biletin geçerlilik süresi 1 saat.  Şehrin için de Begijnhof Evleri ve Spui bölgesi ilk durağımdı. Ardından Ice Bar’a yürüdüm ve çevresini gezdim. Daha sonra Windmill yani büyük yel değirmeninin olduğu bölgeyi gezdim. Artık hava sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı ve buradan bir metroya binerek Rijskmuseum’a ve orada bulunan Van Gogh Müzesine geldim. İki müzeyi de gezdim ve çok müze gezmeyi sevmememe rağmen bu müzeye bayıldım gerçekten. Amsterdam’ da görülmesi gereken yerlerden bir tanesiydi burası da. Müzenin arkasında bulunan bir platform halindeki I Amsterdam yazısı ise turistlerin uğrak noktası idi. Benim de en beğendiğim bölge burası oldu diyebilirim. Farklı fotoğraflar çektim ve dinlenme imkanı da buldum burada. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer olarak ilk sıralarda yer alan bir bölge burası. Buradan çıkışta ise yürüyerek Çiçek pazarına gittim ve kalabalık bir Avrupa başkentinde şehri her haliyle yaşamak çok güzel bir deneyim oldu benim için. Amsterdam gerçekten doyumsuz bir şehirdi ve çok eğlenceliydi. Gece hayatını ise anlatmaya zaten gerek yok. Bilindiği gibi Red Light buranın gece hayatının en yoğun olduğu bölge. Bu arada Rembrandt Meydanı da akşamları en az Dam Meydanı kadar güzel ve hareketli bir meydan. Benim fikrim görülmeden dönülmemesi gereken bir yer olan Rembrandt meydanında bir kahve içmeden Amsterdam’ ı bitirmeyin. Ve artık Amsterdam yavaş yavaş geride kalıyordu benim için. Yarın artık Hollanda’nın meşhur balıkçı kasabası ve yerli halkın yaşam yeri olan Marken ve Volendam’a gitmek için hazırlıklarıma başladım bile.
DSC_3116 (Kopyala)14.07.2013 sabahı kahvaltımı yapıp doğru Marken ve Volendam yollarına düştüm. Dilerseniz bu kasabalara otobüslerle de ulaşabilirsiniz ancak daha az yer görme ve zamanı yetiştirememe riskine karşı ben bir program yaptım ve tur ile gitmenin daha uygun olacağını düşündüm. Turun bedeli 36 Euro ve çok ta ekonomik sayılmaz ama Avrupa her zaman pahalı. Ayrıca yel değirmenlerinin olduğu Windmills bölgesine de gidiyorsunuz ve sizi aldıkları gibi yine Central Station önünde bırakıyorlar. Bu durumda tur seçeneği biraz daha cazip gelebiliyor. Marken, kendine özgü ağaçtan yapılmış Hollanda ayakkabılarının üretim yeri olan bir küçük köy diyebilirim. Burada bu ayakkabıların üretim yeri var ve burayı gezip hediyelikler alabiliyorsunuz. Marken’den Volendam’a vapurlarla geçiyorsunuz. Volendam ise daha büyük ve daha kalabalık bir balıkçı kasabası. Peynir üretimi yapılan ve balıkçı kasabası olması ile ünlü olan bu kasabanın ise daha çok evleri meşhur. Volendam evlerini görmek, burada olmak gerçekten harika bir gün geçirmeme neden oldu. Farklı bir Avrupa kasabası ile karşılaştım ve çok sevdim. Hemen sonrasında yel değirmenlerinin olduğu Windmill bölgesine gittik. Artık gün iyice yorucu olmuştu ama çok farklı bir Hollanda günü yaşadım diyebilirim. Artık Hollanda – Amsterdam günlerim de bitmişti ve yarın sabah erkenden Belçika – Brüksel’ e gitmek üzere hazırlıklarıma başladım.
DSC_3520 (Kopyala)15.07.2013 ve artık yola çıkma zamanı geldi. Sırt çantamı geceden hazırlamıştım zaten. Kahvaltımı yapar yapmaz soluğu yürüyerek Amsterdam Central Station’da aldım. Amsterdam’ dan Brüksel’ e direk giden hızlı tren 99 Euro idi ve bu biraz pahalı geldi bana. Danışmaya gittim Brüksel’ e başka hangi alternatif yollarla gidebileceğimi sordum. Bana hızlı tren kullanmadan normal trenle Eindhoven’a oradan Belçika’ ya geçip bir iki aktarma ile Brüksel’ e gidebileceğimi anlattı ve Brüksel’ e gidecek olan trenlerin haritasını ve fiyatlarını aldım. Artık rota biraz kaymıştı ama farklı farklı şehirleri görerek geçiş yapacaktım ve bu da bir çeşit tecrübe olacaktı benim için. Eindhoven’ a gitmek için Amsterdam – Maastricht trenine bilet aldım ve yaklaşık 1 saatlik bir tren yolculuğu ile nihayet Eindhoven’a geldim. Halen Hollanda futbolunun önemli ismi PSV Eindhoven takımının var olduğu şehir ve bu düşünce ile bana çok sıcak geliyordu burası. Eindhoven’ da olmak güzel bir duyguydu neden bilmiyorum. İstasyondan çıkıp biraz dolaştım ve daha sonra Belçika sınırına otobüs ile yarım saatte geçtim. Buradaki şehrin adı Lommel idi ve ben artık Belçika topraklarındaydım. Yolculuğum geze geze aslında zevkli bir halde ilerliyordu. Ancak çok ilginç şeyler düşünüyordum. Mesela Belçika’ ya girdiğiniz andan itibaren evlerin yapısı insanların düzeni ve ev – bahçe özelliği ile Belçika topraklarında olduğunuz hemen kendini belli ediyordu. Nasıl belirgin bir Belçika tarzı vardı evlerde anlam veremedim. Ama evler, bahçeler çok düzenli ve çok güzeldi. Hayranlıkla izliyordum. Lommel’den ayrılma vakti gelmişti ve yine sorarak Brüksel trenine bindim. Aslında bunda da aktarma vardı ve tren görevlisi bana ineceğim durağı bir kağıda yazmıştı. Toplam 4 durak saymamı ve sonra inmemi söyledi. Ardından tekrar yanıma gelerek arka vagonda bir çiftin de Brüksel’e gittiğini, onlara benden bahsettiğini ve inerken beni de haberdar edeceklerini bildirdi. Bu benim için iyi bir haber oldu. Yolculuk toplam buradan da 1 saat kadar sürdü ve nihayet artık Brüksel Merkez Tren istasyonuna geldim. Brüksel’ de 2 adet tren  istasyonu var. Bunlardan bir tanesi South Station yani Brüksel Merkez İstasyonu ve diğeri de Noord Station.  Brüksel merkez istasyonuna geldiğimde fark ettim ki buraya çok hazırlıksız gelmişim. Çünkü nereye gideceğimi nerede konaklayacağımı bilmiyordum. Sırtımdaki çanta bu belirsizlikle daha da ağırlaşmıştı sanki ve Central Station’ dan çıkarak kalabalığın yürüdüğü yere doğru yürümeye başladım. E yani bu kadar da olmaz denir ya, daha 5 dakika yürümeden kafeteryaların, otellerin, restaurantların ve hediyelik eşya satan dükkanların olduğu meydanda buldum kendimi.  Meydandan sonra yine kalabalığın içine daldım ve Brüksel’ in ve 2010 yılında Avrupa’nın en güzel meydanı seçilen asıl büyük meydana Grand Palace meydanına geldim. Burası muhteşem bir yerdi. İlk izlenimlerim ise burası benim için çok güzel fotoğraflar ve güzel dakikalar demekti. İlk sorduğum otelde 35 Euro fiyat aldım ve otelim gayet temiz, şık ve meydanın iyi otellerindendi. Otele yerleşmemin ardından soluğu Grand Palace meydanında aldım ve ortam, kalabalık, muhteşem bir atmosfer vardı burada. Meydanın o tarihi havasını doyasıya yaşıyordum adeta ve fotoğraf çekimlerim için de saatleri sabırsızlıkla saymaya başlamıştım. Meydanın ortasında oturdum ve her şeyi, her ayrıntıyı izlemeye koyuldum. Brüksel gerçekten çok özel bir şehirdi. Bütün akşamımı ve gecemi burada geçirdim.  Dinlenme vaktim çoktan gelmişti ve yarın için yeni bir seyahat  rotası olarak artık Paris planlarım da başlamıştı bile.
DSC_3533 (Kopyala)16.07.2013 sabahı erkenden kalktım. Otelde kahvaltımı yaptıktan sonra çıkış için hazırlıklarımı yaptım ama Brüksel’ de yapmadığım, eksik olan bir şeyi fark ettim. Dün Grand Palace meydanına ve gece fotoğraflarına kendimi o kadar kaptırmışım ki, buranın olmassa olmazlarından Manneken Piss yani İşeyen Çocuk anlamına gelen Bronzdan yapılmış İşeyen Çocuk heykelinin oraya gitmeyi unutmuştum. Aslında bulunduğum yere yürüyerek 10 dakika mesafede idi. İlk olarak orayı ziyaret ettim ve iyi ki de gelmişim. Aslında ufak bi heykel ama yine de görülmeye değer ve en azından bir tarihi hikayesi de var elbette. Ardından Paris yolculuğu başladı. Ancak bu defa hızlı tren yerine Avrupa’nın otobüs hattı olan Eurolines’ ı denemeye karar verdim. Birincisi bu otobüs seyahati ile bilgi almayı ve denemeyi çok istiyordum. İkincisi fiyat olarak yarı fiyatına bir yolculuk yapıyorsunuz hızlı trene göre. Üçüncü sebep ise Paris’ e giden hızlı tren saatini kaçırmıştım ve bir sonraki saate kadar ben zaten Paris’ e otobüsle varmış oluyordum. Bu gibi sebeplerle de Eurolines otobüs hattını yine Avrupa seyahati yapacaklar için de deneme fırsatı olacaktı benim için. Hem konforlu hem ekonomik bir seyahat olarak tercih edilebilir bir alternatif ve tavsiye edebileceğim bir seyahat şekli elbette. Eurolines ile Brüksel den Paris’ e yaklaşık 5 saatlik bir yolculuk yaptım ve otobüste uyuyarak ve geçtiğimiz şehirlerin güzelliklerini de izleyerek mutlu ve dinlenmiş bir şekilde ikindi vakitlerinde Paris’e geldim. Ve işte Fransa, ve işte Avrupa’nın gözdesi Paris..
DSC_3704 (Kopyala)İlk önce diyeceğim tek şey Paris’in altına bir örümcek ağı gibi örülmüş metro hattı. Bu konuda inanılmazlar, şehrin altını örümcek ağı gibi örmüşler resmen. Metro süper işliyor ve çok kalabalık. Hemen Turizm Danışmadan bir harita ediniyorum kendime ve direk olarak Eyfel Kulesine gitmek istiyorum. Danışmadaki bayan metro ile hangi rotayı takip edeceğimi bana söylüyor. Ama inanın çok nazik değiller. Fransa bambaşka. Hiçbir Avrupa ülkesine benzemiyor. Müslümanlar ve siyahi ırk bir hayli fazla. Fransızların ise yüzü çok gülmüyor. Ben yaklaşık 10 -15 dakikalık bir metro seyahatinden sonra artık yeraltından gün yüzüne çıkıyorum nihayet ve nihayet Eyfel Kulesi muazzam görüntüsü ile tam karşımda. Tabii ki fotoğraflar fotoğraflar…  Birde şunu belirtmeliyim Eyfel Kulesi sadece bir kule olarak değil etrafında bulunan yemyeşil parkları ve yaşam alanları ile de çok güzel. Tabii ki bu yeşil alanların adı ise Champ de Mars yani Mars Alanı adı verilen bölge. Burası olabildiğince büyük bir park ve yeşil alan olması nedeni ile turistler için sıkıntısız bir ziyaret sağlıyor ve ayrıca Eyfel Kulesine ayrı bir hava katıyor. Akşam saatlerine doğru ise Eyfelin etrafındaki Champ De Mars’ta günbatımını beklemek apayrı bir tat. Benim için ise fotoğraf şöleni. Burası geç saatlere kadar kalabalık ritmini hiç kaybetmiyor. Eyfel Kulesi altında fotoğraf çekilenler, müzik dinleyenler, müzik yapanlar, enstrüman çalanlar, dans edenler ve hatta Fransız şaraplarından yudumlayanlar, herkes burada neredeyse. Ben Paris’ teki ilk günümü Eyfel Kulesi etrafında fotoğraflar çekerek ve Champ De Mars’ta oturup yeni dostluk kurduğum turistlerle sohbet ederek günümü bitiriyorum.
17.07.2013 günü artık Paris’i gündüz gözüyle keşfetmenin zamanı geldi ve şehri gezmenin en kolay yolu Hop On Hop Off otobüsleri olarak ta bilinen turistik otobüsleri kullanmak diye düşünüyorum. Kendime bir günlük bilet alıyorum ve sırayla, Paris’in gözde turistik merkezlerini geziyorum. İlk sırada Notre Dam Katedrali var ve Notre Dam Katedrali  en çok etkilendiğim yerlerden bir tanesi. Sadece katedral olarak değil de, etrafındaki sessiz kalabalıkta Paris havasını hemen hissediyorsunuz.  Cafeterya ve alışveriş yerleri çok saygılı ancak gülmeyen yüzleri ile bir o kadar da Fransızlar . Ardından Louvre Müzesi en ilginç yerlerden bir tanesi ancak bunlarla ilgili ayrıntılı bilgileri bu gezi yazımda yazarak fazla dikkat dağıtmak istemiyorum. Ama Louvre Müzesinin görülmesi gereken çok özel bir mekan olduğu konusunda emin olabilirsiniz. Louvre Müzesinden çıktıktan sonra etrafta bulunan işportacılardan Eyfel Kulesi Biblosu alıyorum. Normal mağazalarda 40-50 Euro olan bu büyüklükteki bibloyu 15 Euro gibi bir fiyata alabiliyorum. Ardından Paris’ in alışveriş bölgesi La Fayetta’ya gidiyorum ama alışveriş zamanı değil benim için. Biraz boş boş dolandıktan ve burada bulunan bir cafede birşeyler içtikten sonra çok merak ettiğim Şanzelize’ ye doğru yolculuğum başlıyor. İsmi bile çok hoş olan Champs-Élysées ( Şanzelize ) yolu bambaşka bir yol. Törenlerin, resmi geçitlerin, yürüyüşlerin, kutlamaların yapıldığı bir cadde burası ve çok çok farklı aynı zamanda. Şanzelize, Concorde meydanından başlayıp Zafer Takı adı verilen anıta kadar yaklaşık 3 km kadar gidiyor ve mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken yerlerden bir tanesi. Elbette ne diğer şehirler ne de Paris bu kadar kısa bir zamana sığdırılacak şehirler değil ama artık kafamda yavaş yavaş Paris’ i de bitiriyorum. Paris’ i biraz hızlandırılmış bir programla gezmiş olmama rağmen gerçekten çoğu yeri boş geçmedim diyebilirim. Benim için yorucu ama çok zevkli bir seyahat oldu Sırtımdaki Avrupa.  Üzerimde 10 günlük bir Avrupa yorgunluğu vardı ve sanki koskoca Avrupa’yı 10 günde sırt çantama sığdırmış taşıyor gibiydim. Uçağım Köln’den kalkacağı için artık geri dönüş yolunu düşünmem gerekiyordu. İlk önce yine hızlı trenlere baktım ve yarın sabah vardı en erken. Oldukça da pahalıydı Eurolines otobüs hattına göre. Eurolines ise bu akşam 22.00 da gidiyordu Köln’e ve sabah saatlerinde Köln’ de olacaktı. Benim için hem otel de konaklamadan otobüs yolculuğu ile seyahat ederek geceyi geçirme imkanı sağlıyordu. Ayrıca daha ekonomik olacaktı.  Ve geç kalırım stresi de olmadan erkenden yapılacak bir geri dönüş seyahat seçeneği idi. Artık kararımı verdim ve akşam üzeri son bir kez yine Eyfel kulesi ziyaretimden sonra metro ile Eurolines otobüs durağına geldim ve ardından Paris’ten Köln’ e geri dönüş seyahatim başladı.
Sabah saatlerinde Köln artık kucağını açmış beni uğurlamak üzere bekliyor gibiydi. Artık resmen fotoğraf makinemi bir daha elime almak istemiyordum. Dinlenmeye ihtiyaç ta vardı artık. 18.07.2013 günü gün boyu Köln’ de Starbucks ve Burgerkinglerde vakit geçirdikten sonra uçak saatim de nihayet geldi ve Avrupa’ya veda vakti.